Ankara Kızılay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
17 Şubat 2017 Cuma
Ankara Altındağ
,
Ankara Kızılay
,
Ankara Sıhhiye
,
Ankara Ulus Meydanı
,
Delirmek
,
Fareli Köyün Kavalcısı
,
Gecekondu Yıkımı
,
M. Foucault
,
Ulus Atatürk Heykeli
Hiç yorum yok
Delilerin ruhu deli değildir (9)
Posted by
Düttürü Dünya,
on
16:14
Düt Düt’ün evinin yıkımı sırasında semt halkının klarnetin oynak havasına kapılıp toplu halde göbek atmaya başlaması da olabildiğince doğal yansıtılmıştır. Oldukça kalabalık bir
sahne olmasına rağmen hemen herkes gerçekten de oynamaktan keyif alıyormuş gibi gözükmektedir. Evinin yıkımı esnasında yakın plan çekimde Düt Düt’ün yüzünde beliren bilmiş ifadede bir delinin gülümseyişini, bir şeylerin tamiri imkânsız bir biçimde kırıldığını görürüz.
“Deliliğin acı alaycılığı bayrağı devralmış”tır. Yapacak tek bir şey kalmıştır artık.
Zaten kısa bir süre önce evine geldiğinde kızına oğlu Doğan’ın nerede olduğunu sorup
“sokakta baba, oynuyor” yanıtı üzerine “oynasın, oynasın. Yakında hepimiz
sokakta oynayacağız” diye yanıt vermiş olan Mehmet, elindeki son silahı, sanki modern zamanlarda yaşayan Fareli Köyün Kavalcısı gibi, devreye sokar. Ama klarnet artık bir silah değil, deliliğin dışa vurumudur. Film son sahnede başladığı yere, pavyona döner. Hem müşteriler hem de pavyon personeli piste çıkmıştır. Ortalarında Düt Düt ve yanında tefle kendisine eşlik eden oğlu Doğan, herkesi coşturmuştur. Bu çılgınlık hali hareketli kamera ile aktarılır bize, artık seyirci de pistin ortasındadır ve göbek atmaya başlamış, yıkım tamamlanmıştır.
Yıkılan sadece Düt Düt’ün kiralık evi değil, her gün bu ve benzeri olaylar gerçekleşirken kılını bile kıpırdatmayan, “nasıl olsa ben değilim” diye düşünen toplumdur. Ama delilik bulaşıcıdır, her şey olup bittiğinde artık kendinizi ritme kaptırıp piste çıkmanız ve yığılıncaya kadar göbek atmanız kaçınılmazdır.
İşte bu noktada Düt Düt ve oğlu kalabalıktan sıyrılırlar ve çalıp oynamaya devam ederek pavyonu terk ederler. Sabahın ıssızlığında Ulus meydanına doğru ilerlemeye başlarlar. Civarda tek tük insan ve taşıt vardır. Hava kirliliği etkisini sürdürmektedir ama yine de görüntü izlenebilecek kadar temizdir.
Düt Düt nefes almaksızın solosuna devam etmekte, oğlu da neşe içinde tefini çalmaktadır. Meydanda Atatürk heykeli önünde Düt Düt son bir kez dizinin üstüne çöker, oğlu etrafında bir tur atar ve ikili çalmaya, hoplamaya devam ederek Sıhhiye/Kızılay yönüne doğru yürüyerek gözden kaybolurlar. Bu son sahnede kamera - belki de artık yapabileceği bir şey kalmamışçasına- sabitlenmiştir.
Arada gelip geçen ve aslında görüntüyü engellediğini düşündüğümüz tek tük arabalara ve de yayalara aldırmaz yönetmen, bunları montajda çıkarmaz. Sanki bir güvenlik kamerasının kaydettiği görüntüleri seyretmekte olduğumuz hissi uyanır.
Sonuç: “Delilerin ruhu deli değildir”, M. Foucault
sahne olmasına rağmen hemen herkes gerçekten de oynamaktan keyif alıyormuş gibi gözükmektedir. Evinin yıkımı esnasında yakın plan çekimde Düt Düt’ün yüzünde beliren bilmiş ifadede bir delinin gülümseyişini, bir şeylerin tamiri imkânsız bir biçimde kırıldığını görürüz.
“Deliliğin acı alaycılığı bayrağı devralmış”tır. Yapacak tek bir şey kalmıştır artık.
Zaten kısa bir süre önce evine geldiğinde kızına oğlu Doğan’ın nerede olduğunu sorup
“sokakta baba, oynuyor” yanıtı üzerine “oynasın, oynasın. Yakında hepimiz
sokakta oynayacağız” diye yanıt vermiş olan Mehmet, elindeki son silahı, sanki modern zamanlarda yaşayan Fareli Köyün Kavalcısı gibi, devreye sokar. Ama klarnet artık bir silah değil, deliliğin dışa vurumudur. Film son sahnede başladığı yere, pavyona döner. Hem müşteriler hem de pavyon personeli piste çıkmıştır. Ortalarında Düt Düt ve yanında tefle kendisine eşlik eden oğlu Doğan, herkesi coşturmuştur. Bu çılgınlık hali hareketli kamera ile aktarılır bize, artık seyirci de pistin ortasındadır ve göbek atmaya başlamış, yıkım tamamlanmıştır.
Yıkılan sadece Düt Düt’ün kiralık evi değil, her gün bu ve benzeri olaylar gerçekleşirken kılını bile kıpırdatmayan, “nasıl olsa ben değilim” diye düşünen toplumdur. Ama delilik bulaşıcıdır, her şey olup bittiğinde artık kendinizi ritme kaptırıp piste çıkmanız ve yığılıncaya kadar göbek atmanız kaçınılmazdır.
İşte bu noktada Düt Düt ve oğlu kalabalıktan sıyrılırlar ve çalıp oynamaya devam ederek pavyonu terk ederler. Sabahın ıssızlığında Ulus meydanına doğru ilerlemeye başlarlar. Civarda tek tük insan ve taşıt vardır. Hava kirliliği etkisini sürdürmektedir ama yine de görüntü izlenebilecek kadar temizdir.
Düt Düt nefes almaksızın solosuna devam etmekte, oğlu da neşe içinde tefini çalmaktadır. Meydanda Atatürk heykeli önünde Düt Düt son bir kez dizinin üstüne çöker, oğlu etrafında bir tur atar ve ikili çalmaya, hoplamaya devam ederek Sıhhiye/Kızılay yönüne doğru yürüyerek gözden kaybolurlar. Bu son sahnede kamera - belki de artık yapabileceği bir şey kalmamışçasına- sabitlenmiştir.
Arada gelip geçen ve aslında görüntüyü engellediğini düşündüğümüz tek tük arabalara ve de yayalara aldırmaz yönetmen, bunları montajda çıkarmaz. Sanki bir güvenlik kamerasının kaydettiği görüntüleri seyretmekte olduğumuz hissi uyanır.
Sonuç: “Delilerin ruhu deli değildir”, M. Foucault
16 Şubat 2017 Perşembe
Ankara Altındağ
,
Ankara Bakanlıklar
,
Ankara Kızılay
,
Ankara Ulus
,
Bekçi Cabbar
,
Çakmakçı
,
Kayınço
,
Konur Sokak
,
Odacı Osman
,
Ulus Atatürk Heykeli
Dert Etme Sen, Dert Etme Kendine (3)
Posted by
Düttürü Dünya,
on
16:41
Şehrin o acımasız ortamında bir garip hayal âleminde yaşamaktadır ama geçerliliğine öylesine inandığı bir hayal âlemidir ki bu,
sahtekârın ve fırsatçının önde gideni, oturduğu evin sahibi, her ay kira ödemek zorunda olduğu ve evi bir müteahhide yıksın diye veren ve de Mehmet bir an önce biraz para biriktirsin ve bir başka eve çıksın diye ona ilgisiz işler önererek sonunu çabuklaştıran kayınçosu bakanlıklardan birisinde odacı Osman’ın bulduğu ilk iş olan Kızılay’da Konur Sokak civarındaki çakmak tamirciliğini işinden bile “ben sanatçı adamım, ne anlarım çakmak gazından hava gazından” ve “bizim meslekten birileri görecek diye ödüm kopuyor” diyerek sıyrılmaya çalışır. “
Gece biter, Mehmet, Rıfat ve ekmekçide karşılaştıkları bekçi Cabbar birlikte Ulus Atatürk heykelinden yukarıya evlerine, Altındağ gecekondu mahallesi, doğru yürümeye başlarlar. Bir ara Mehmet onlara da yeni bestesini okur.
Rıfat çok iyi satacağını söylediğinde Mehmet bir başka hayat gerçeğini devreye sokar: “Tabii satar. Bu milleti ağlatacaksın”
.
sahtekârın ve fırsatçının önde gideni, oturduğu evin sahibi, her ay kira ödemek zorunda olduğu ve evi bir müteahhide yıksın diye veren ve de Mehmet bir an önce biraz para biriktirsin ve bir başka eve çıksın diye ona ilgisiz işler önererek sonunu çabuklaştıran kayınçosu bakanlıklardan birisinde odacı Osman’ın bulduğu ilk iş olan Kızılay’da Konur Sokak civarındaki çakmak tamirciliğini işinden bile “ben sanatçı adamım, ne anlarım çakmak gazından hava gazından” ve “bizim meslekten birileri görecek diye ödüm kopuyor” diyerek sıyrılmaya çalışır. “
Gece biter, Mehmet, Rıfat ve ekmekçide karşılaştıkları bekçi Cabbar birlikte Ulus Atatürk heykelinden yukarıya evlerine, Altındağ gecekondu mahallesi, doğru yürümeye başlarlar. Bir ara Mehmet onlara da yeni bestesini okur.
Rıfat çok iyi satacağını söylediğinde Mehmet bir başka hayat gerçeğini devreye sokar: “Tabii satar. Bu milleti ağlatacaksın”
.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)